ATO VE TZD’DEN SOFRADAKİ SOS RAPORU
ANKARA TİCARET ODASI “HİLELİ GIDALAR”IN ARDINDAN İNSAN SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLEYEN HORMONLU GIDALAR, TARIM İLAÇLARI, KATKI MADDELERİ, ANTİBİYOTİKLER, GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALAR VE KİMYASAL GÜBRELERİ TARTIŞMAYA AÇTI.
DOMATES, PATLICAN, PATATES, KABAK, ÜZÜM, ELMA, KAVUN, BUĞDAY, ARPA, YULAF, ÇAVDAR VE ÇELTİKTE HORMON KULLANILIYOR.
TARIM İLAÇLARI KANSER YAPIYOR. ÖZELLİKLE ÇOCUKLAR RİSK ALTINDA… İLAÇ FİRMALARI BİLİNÇSİZ İLAÇ KULLANIMINI KÖRÜKLÜYOR.
TÜRKİYE’DE DENETİM “GÖZLE” YAPILIYOR.
AYGÜN:“GIDA MADDELERİNİ GÖZLE YA DA SÖZLE DEĞİL BİLİMSEL YÖNTEMLERLE DENETMELİYİZ
TÜKETİCİ MERDİVEN ALTI ÜRETİLEN GIDALARA İTİBAR ETMEMELİ
İBRAHİM YETKİN: İÇ PİYASAYA SÜRÜLEN GIDA MADDELERİ YETERİNCE DENETLENMİYOR. TARIM İLAÇLARI REÇETEYE BAĞLANSIN.
Türkiye’de kanser vakaları arttıkça, gıdaların insan sağlığına etkileri sohbetlerimizin en önemli konusu olmaya başladı.
Sofralarımızı süsleyen sosların, çeşnilerin sayısı giderek artıyor, damak tadımızı zenginleştiriyor ama obeziteden kansere, saç dökülmesinden uykusuzluğa kadar varan sağlık problemlerindeki patlama, sofradaki S.O.S.’e işaret ediyor.
Türk halkı, artık sofradaki gıdanın sağlıklı olup olmadığını sorguluyor. Halk arasında “eski toprak” olarak da adlandırılan yaşlı kuşağın sağlıklı ve uzun ömürlü oluşunun sırrı doğal gıdalarda aranıyor ve sağlıklı beslenme bilinci her geçen gün gelişiyor.
Ankara Ticaret Odası (ATO), hileli ve sahte gıdaların ardından şimdi de gıdadaki tehlikelerin diğer boyutlarını tartışmaya açtı. ATO’nun ve Türkiye Ziraatçiler Derneği (TZD)’nin hazırladığı “Sofradaki SOS” raporuna göre, hormon, tarım ilacı, antibiyotik, katkı maddesi ve kimyasal gübreler ölçülü kullanılmaz ve denetimi iyi yapılmazsa insan sağlığını tehdit ediyor, hastalıklara, sakatlıklara, erken ölümlere davetiye çıkarıyor.
Türkiye’de 27 bin gıda sanayi işletmesinin 10 bini denetlenemiyor. Çünkü bunlardan sadece 17 bini Tarım Bakanlığı’nın gıda siciline kayıtlı. Yaklaşık 400 bin gıda satış ve toplu tüketim yeri olduğu dikkate alındığında insan sağlığının ne denli bir tehdit altında olduğu ortada.
HORMONLU KAZANÇ UĞRUNA
Gıdalarda hormon kullanımı, halk arasında en çok tartışılan konuların başında geliyor. Kışın yaz sebzeleri yiyebilmemizin nedeni olan, salatalıkla başlayan hormon tartışması giderek diğer sebze ve meyvelere doğru genişliyor.
Hormonlu salatalıkların, nakliye sırasında, hatta buzdolabında bile birkaç santim büyüdükleri iddiaları kulaktan kulağa yayılıyor.
Türkiye’de “domates, patlıcan, patates, kabak, üzüm, elma, kavun, buğday, arpa, yulaf, çavdar ve çeltik”te hormon kullanılıyor.
SALATALIK VE ÇİLEK SUÇSUZMUŞ
Hormon kullanımı ile ilgili pek çok rapor, iddiaların aksine salatalık ve çilekte hormon kullanılmadığını söylüyor. 15-20 yıl önce Çengelköy’de yetiştirilen ince kabuklu ve küçük salatalıkların, seracılığın gelişmesi ile birlikte yerini daha kalın kabuklu ve büyük türlere bırakmasının “hormon” iddialarını gündeme getirdiği belirtiliyor.
Küçük meyve veren kokulu yerli çileklerin yerini, daha iri ve koyu kırmızı meyve veren California kökenli çileklerin alması bu meyvenin de “hormonlu” damgasını yemesine yol açtığı belirtiliyor.
Raporlara göre, piliçte de hormon kullanılmıyor. Tarım ve hayvancılıkta hormon kullanılarak doğal sürece müdahale edilmesinin nedenleri ise şu şekilde sıralanıyor:
Meyve tohumunun arttırılması
Çiçeklerin teşvik edilmesi ve geciktirilmesi
Tohumun çimlenme gücünün arttırılması
Soğuğa dayanıklılığın arttırılması
Meyve iriliğinin arttırılması
Meyve olgunluğunun erkene alınması ya da geciktirilmesi
Meyve kalitesinin iyileştirilmesi
Hasadın kolaylaştırılması
Meyve saklama süresinin uzatılması
Meyve renginin iyileştirilmesi
Meyve ve yaprak dökümlerinin kontrolü
Bitkilerin hastalık ve zararlılara dayanıklılığının sağlanması
Yabancı ot kontrolü
Tıp çevrelerindeki yaygın görüşe göre, hormonlu bitki ve etler, sürekli tüketildiğinde vücuttaki hormon dengesini bozuyor. Bunun sonucunda bir çok hastalık ortaya çıkabiliyor.
Vücudun bağışıklık sisteminin bozulması, şişme ve yağlanma, hücrelerin zayıflayarak kanser hastalıklarına davetiye çıkarması gibi kanıtlanmamış ancak ciddi şüphelere yol açan sonuçlar bulunuyor.
KURTLU ELMAYA DÖNÜŞ
Özellikle ABD’de üretilen ve dünyaya ihraç edilen hormonlu gıdalar ile kanser vakalarında artış arasında bağlantı olduğu şüphesi, pek çok ülkenin hormonlu ürüne veda etmesine, tüketicilerin ise “kurtlu elma”ya dönmesine neden oldu.
Özellikle AB ülkeleri hormonlu gıdalardan kaçıyor. İthal ürünlere denetim getiriyor. Örneğin Almanya, hormonlu gıdaları ülkesine sokmuyor.
Türkiye’de üreticiler, “hormon” paniğine karşı tüketicilerin içini rahatlatıcı yöntemler geliştiriyor. Bunlardan biri de “Bambus Arıları”… Sera domatesleri, kraliçesi Hollanda’dan getirtilen Bambus Arıları aracılığı ile yetiştiriliyor. 6 koloniden oluşan arılar gündüz saatlerinde seraya yayılıyor, domateslerin hormon kullanmadan döllenmesini sağlıyor. Böylece tüketici kış aylarında hormonsuz domates yiyebiliyor.
HORMONLU GIDALAR NASIL ANLAŞILIR?
Domates çekirdeksiz ve içi vıcık vıcıksa, patlıcan içi süngerimsi ve çekirdeksizse, kabak çekirdeksizse, biber aşırı büyük ve etliyse, çekirdek evi boş, etli kısmı sertse, patates şekilsiz ve patates yumruları yapışıksa, içinde kararmalar varsa, karpuz çekirdek yerleri boşsa hormonlu olduğu anlamına geliyor.
15 Ekim-10 Kasım ve 10 Nisan-5 Mayıs tarihleri arasında domates, 15 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında patlıcan ve 1 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında kabak yenmemesi öneriliyor.
Hormonun insan vücudunda kalıntı bıraktığı, sağlığı tehdit ettiği, kansere davetiye çıkardığı yönünde bilimsel bir bulgu olmasa da tüketici hormon konusunda tedirgin. Yeterli denetimin yapılmadığına inanıyor. Denetim yapılsa da tüketici bu denetimlerin sonucu hakkında sürekli olarak bilgilendirilmiyor. Bilginin olmadığı yerde de tüketici kuşku içinde kalıyor. Tüketiciye yapılacak tek tavsiye, kış gıdalarını kışın, yaz gıdalarını yazın tüketmeleri…
MUTFAKTAKİ ZEHİR
Kanser vakalarının artışında, “pestisitler” adı verilen “tarım ilaçları”nın “aşırı”, “zamansız” ve “uygunsuz” kullanımının da büyük payı var.
Türkiye’de tarım ilaçlarının ciddi bir sorun oluşturduğu, yaş sebze ve meyve ihracatında yaşanan sıkıntılar sayesinde su yüzüne çıktı.
2001 yılında Antalya’dan Fransa’ya ihraç edilen biberde kanserojen etkisi olan “methamidophos” maddesi tespit edildi. Aynı yıl Almanya’ya ihraç edilen Çarliston biberde de aynı maddeden yüksek oranda bulundu ve biberler imha edildi. Biber üreticisinin o yıl, yalnızca tütün ve pamuk üretiminde kullanımına izin verilen bir tarım ilacını, “Trips” adı verilen bir böcekle mücadele etmek için kullandığı anlaşıldı.
İlaç kalıntısı nedeniyle yurtdışına ihraç edilemeyen yaş sebze ve meyvenin imha edilmeyip iç piyasaya sürüldüğü iddiaları endişeleri artırdı.
Akdeniz İhracatçı Birlikleri’nin rakamlarına göre Türkiye’de yıllık yaş sebze meyve üretimi 41 bin ton… Bunun yüzde 3’ünü ihracat ediyoruz, yüzde 97’sini ise biz yiyoruz.
ANNE SÜTÜNDE İLAÇ KALINTISI
Türkiye’de zirai mücadelede 1250 çeşit ilaç kullanılıyor. Araştırmalara göre, gerek piyasada satılan et ve süt ürünlerinde, gerekse anne sütünde tarım ilacı kalıntısına rastlanıyor. Özellikle Çukurova gibi yoğun tarım ilacı kullanılan bölgelerde, anne sütünde dikkat çekici oranlarda ilaç kalıntısı görülüyor.
Tarım Bakanlığı verileri, özellikle yer fıstığı, incir, fındık ve antep fıstığında “alfatoksin”, biberde “kükürtdioksit”, üzümde “parafin”, greyfurt ve biberde “pestisit”, zeytinyağında da bazı “hidrokarbon” kalıntılarına rastlandığını ortaya koyuyor.
Hasat zamanından belirli bir süre önce kullanımı durdurulmayan tarım ilaçlarının etkisi, yıkamayla yok olmuyor.
Bilinçsiz kullanılan tarım ilaçları, saç dökülmesinden kansere kadar pek çok sağlık sorununa kapı aralıyor. Sadece insan sağlığına değil toprağa, suya ve diğer canlılara da zarar veriyor.
Tarım ilaçlarının doğru kullanımı için çiftçilerin eğitilmesi, periyodik denetimlerin yapılması ve ürünlerin tüketiciye ulaşmadan önce laboratuvar testlerinden geçmesi gerekiyor. Ayrıca, tarım ilaçlarının gelişigüzel değil reçeteyle satılması öneriliyor.
Bu tehlike bilinmesine karşın, dünyada her yıl 2.5 milyon ton tarımsal mücadele ilacı kullanılıyor. ABD’de yılda 293 bin, İtalya’da 43 bin, Fransa’da 41 bin, İngiltere’de 30 bin, Almanya’da 25 bin, Yunanistan’da 32 bin ton “zirai mücadele ilacı” toprağa ya da bitkiye uygulanıyor. Türkiye’de ise bu rakam 13 bin tonu buluyor.
SORUN UYGULAMADA
Türkiye’de birim alana kullanılan ilaç miktarı Avrupa ülkelerine göre son derece düşük. Örneğin İspanya’da 2.6, İngiltere’de 3.6, Almanya ve Fransa ‘da 4.4, Yunanistan’da 6, İtalya’da 7.6, Hollanda’da 17.5 kg. ilaç kullanılırken Türkiye’de bu oran 0.5 kg’da kalıyor. Türkiye’nin tarım ürünlerinde belirlediği kalıntı oranları da Avrupa’dan farklı değil. Ancak, sorun uygulamada ortaya çıkıyor. İlaç kalıntılarının insan üzerindeki olumsuz etkileri son ilaçlama ile hasat süresi arasındaki kritik eşikte kendini gösteriyor. Çünkü, son ilaçlama ile hasat arasındaki sürelere uyulmuyor, ilaçlama yapılıyor.
Sebze ve meyvelerde hasadın yaklaştığı dönemlerde kalıntı süresi kısa olan ilaçlar kullanmak gerekiyor. Özellikle domates, biber, patlıcan gibi kısa aralıklarla hasat edilen ürünlerde bu kurala uymak daha da büyük önem kazanıyor.
Türkiye’de sıkça yapılan bir diğer hata da ilaçların karıştırılarak uygulanması. Bu durumda, kalıntı süresi uzun ve kısa ilaçlar birbirine karışıyor.
Sürekli ve ölçüsüz, zamanı iyi hesaplanmadan yapılan ilaçlama, tarım zararlılarının da direnç kazanmasına yol açıyor. Böylece zirai mücadele de başarısız oluyor.
ÇOCUKLAR RİSK ALTINDA
Bitkilerdeki ilaç kalıntısı, kullanılan ilacın cinsine, çevre koşullarına, ilacın ayrışma süresine, bitkinin türüne, ilacın veriliş tarihi ile hasat zamanı arasındaki süreye bağlı olarak değişiyor. Kabul edilebilir kalıntı miktarları ülkeden ülkeye de farklılık gösteriyor.
Belirlenen değerler genellikle yetişkin bir insanın vücut ağırlığı ve günlük ortalama tüketim miktarı baz alınarak saptanıyor. Oysa bu ağırlığın çok altında olan bebekler ve çocuklar, hem dokularının yetişkinlere göre daha hassas olması, hem bağışıklık sisteminin yeni kuruluyor olması, hem de yaş ve kuru sebze ve meyveyi daha çok tüketen grupta olmaları nedeniyle risk altında bulunuyor.
Kanser ve kan hastalıklarına yakalanma yaşının günümüzde çocuk yaşlara kadar inmiş olması, acil önlem alma zorunluluğunu da ortaya koyuyor.
LABORATUVAR SONUÇLARI
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Antalya İl Kontrol Laborutuvar Müdürlüğü tarafından 2002 yılında yapılan ölçümlerde, 9 salatalık numunesinin 1’inde, 169 biber numunesinin 22’sinde, 16 kiraz numunesinin 5’inde, 6 kavun numunesinin 5’inde uygun olmayan oranlarda pestisit saptandı. 2003 yılında, 25 domates numunesinin 2’sinde, 9 salatalık numunesinin 1’inde, 122 biber numunesinin 23’ünde, 2 çilek numunesinin 1’inde uygun olmayan oranlarda pestisit bulundu. 2004 yılında ise 87 domates numunesinin 1’inde, 3 elma numunesinin 1’inde, 2 anason numunesinin 1’inde uygun olmayan oranlarda pestisite rastlandı. Son üç yıla bakıldığında 2004 yılının pestisit açısından umut veren bir yıl olduğu görülüyor.
İLAÇ FİRMALARI TÜKETİMİ KÖRÜKLÜYOR
Tarım Bakanlığı çiftçilerin bilgilendirilmesi konusunda etkisiz kaldığı için ilaç firmaları ve bayiileri gereksiz ve yanlış ilaç kullanımını pompalayarak bilinçsiz çiftçiyi ticari açıdan sömürüyor.
Pestisiti bütün dünya kullanıyor ancak çok sıkı denetliyor. Yurtdışında tarım ürünlerinin satıldığı satış noktalarından numune alınıyor, laboratuvarlarda ilaç kalıntısı olup olmadığı tespit ediliyor. Kabul edilebilir kalıntı oranlarının üstünde ilaca rastlanırsa ürün tezgahlardan toplanarak imha ediliyor. Buna ek olarak toptancı ve üreticinin de izi sürülerek ürünün deposuna ulaşılıyor, onlar da imha ediliyor.
KATKI MADDELERİ
15 bin çeşidi aşkın katkı maddesi bulunuyor. Asesülfam K, Kafein, Aspartam, Antioksidan, Olestra, yapay renk maddeleri, Nitrit ve Nitratlar, yüzlerce ürüne uygulanan katkı maddelerinin başında yer alıyor.
Hazır gıdalardan dondurmalara, çikolatadan gofrete, dondurulmuş ürünlerden konserve balıklara kadar binlerce gıdaya katkı maddesi konuluyor.
Katkı maddelerinin yanlış kullanımı ve zararsız limitlerin üzerine çıkılması, kalp hastalıklarından kansere, cilt hastalıklarından sindirim bozukluklarına kadar tüyleri diken diken eden hastalıkların yanısıra, uykusuzluk, kaşıntı, mide bulantısı, sinirlilik ve alerjiye yol açabiliyor.
Katkı maddelerinin kullanılmasında uyulacak kurallar belli. Buna göre;
Katkı maddelerinin sağlığa zararlı olmadığı kanıtlanmış Türk Gıda Kodeksi Listesi’nden seçilmiş olması,
Zararsız olsa bile belirtilen miktardan daha fazla kullanılmaması,
Sağlığa olan etkisi kesin olarak belirlenmiş katkı maddeleri arasından seçilmesi,
Özellikle hasta ve çocukların gıdalarında katkı maddesi kullanılmaması,
Katkı maddesinin, katıldığı gıdanın bozukluğunu saklamaması, gıdaların doğal ve besleyici özelliklerini bozmaması,
Ambalajda adı ve miktarının açık bir şekilde yazılması gerekiyor.
Katkı maddelerinin zararlarından kaçınmak için;
Yiyecekler görünüşlerine göre değil, besleyici özelliklerine göre seçilmesi,
Kolaylığına aldanarak hazır yiyeceklere fazla rağbet edilmemesi,
Doğal ve taze gıdaların tercih edilmesi,
Ambalajın arka kısmına bakılması ve “İçindekiler” kısmının mutlaka okunması,
Katkı maddesi ne kadar çok ise yiyeceğin doğallığının o kadar az olacağının bilinmesi gerekiyor.
ANTİBİYOTİKLER
Hayvanlarda antibiyotiklerin kontrolsüz kullanılması da tıpki tarım ilaçları gibi zararlara neden oluyor. İlaç olmaları nedeniyle insan üzerindeki etkileri fazla.
Antibiyotik daha çok kanatlı ve büyükbaş hayvanların yemine katılıyor. İlaç hayvanı hastalıklardan koruyor ya da hasta hayvanları iyileştiriyor.
Antibiyotikler, kullanıldığı canlının vücudunda uygun bir dozda kullanılmadığında dışarı atılamıyor ve tüketim sırasında doğrudan insana geçiyor. Bunun için hayvanların kesiminden belli bir süre önce antibiyotik kullanımına son verilmesi, örneğin piliçlerde antibiyotik kullanımının kesimden bir hafta önce sonlandırılması gerekiyor.
Antibiyotikler insan üzerinde iki önemli etki bırakıyor. Birincisi alerjik etkiler. Diğer önemli etki ise, hayvansal ürünler yoluyla sürekli antibiyotik alan bir insanın, bir hastalık halinde antibiyotik kullanması gerektiğinde antibiyotiğin bir işe yaramaması.
Et ve süt verimini çok artırmasına rağmen, başta İngiltere’de olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde antibiyotik kullanımına ciddi sınırlamalar getirildi. Denetimler de bıktıracak kadar sıkı. Türkiye’de de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Kalıntı İzleme Programı çerçevesinde izlemelerini sürdürüyor.
GÜBRE KULLANIMI
Türkiye’de gübre kullanımı da son derece kontrolsüz yapılıyor. Bu da toprakta ve bitkide birikmeye, toprağın özelliğini ve rejimini yitirmesine sebep oluyor.
Gübrelerin olumsuz etkilerinden korunmak sadece yıkama ve mekanik yollarla mümkün. Kesin çözüm ise, organik gübrelerin klasik gübre ile karıştırılarak ya da mümkünse sadece organik gübre kullanılması.
Bir başka öneri ise gübrenin tıpkı ilaç gibi reçeteyle satılması. Böylece hangi toprağa ve ürüne ne tür ve ne miktarda gübre kullanılacağı Tarım İl Müdürlükleri kanalıyla saptanabilecek.
FRANKEŞTAYN GIDALAR
İnsan sağlığını tehdit eden bir diğer sorun da Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO). Genleriyle oynanmış tohumların Türkiye’ye girmesi yasaklandı ancak hayvan yemi olarak ülkemize ithal edildiği biliniyor.
Tüketici Hakları Derneği de farklı ortamlardan aldığı 20 numuneyi İsviçre’deki laboratuvarlarda kontrol ettirdiğini, mısırdan soyaya pek çok ürünün genleriyle oynandığını tespit ettirdiklerini iddia ediyor.
ODTÜ Gıda Bölümü de 9 kentte üretilen 28 domates numunesinden 22’sinde “kanamisin” adlı antibiyotiğe dirençli bir bakteri geni saptandığını açıkladı. Mısır numunelerinde ise hem antibiyotiğe karşı direnç geni, hem de mısıra ait olmayan bir takım DNA’lar bulundu. Bu sonuçlar “Türkiye’de kaçak ekim mi yapılıyor?” sorusunun sorulmasına yol açtı. Tüketici Dernekleri Federasyonu da “Mısır ve soya yağı, glikoz şurubu içeren gıdalar almayın” uyarısı yaptı.
100’e yakın üretici ve tüketici örgütünü bünyesinde bulunduran “GDO’ya Hayır Platformu” Türkiye’ye 1996 yılından bu yana kontrolsüz GDO’lu ürünler girdiğini, tüketicilerin bu ürünleri bilmeden tükettiğini iddia ediyor. İddia bununla da kalmıyor. Platform sözcüleri kaçak GDO’lu tohumların Türkiye’de ekim alanı bulduğunu da söylüyor.
Üreticilerin “yeşil devrimin hediyesi”, çevrecilerin ise “Frankeştayn gıdalar” olarak tanımladığı Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı ürünlerin anavatanı ABD.
Bu ürünlerin insan sağlığına etkileri konusunda farklı görüşler ortaya atılıyor. Genin transferi aşamasında kullanılan bazı antibiyotiklerin ürünü tüketen insanlar ve hayvanlar için risk oluşturduğu, özellikle bağışıklık sistemleri üzerinde olumsuz etkileri olabileceği belirtiliyor.
Marmara Üniversitesi İmmünoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şükran Şahin, soyadaki protein miktarını artırmak için Brezilya fındığından “albümin” geninin alınıp soya fasulyesine nakledildiğini, Brezilya fındığına karşı allerjisi bulunan kişilerin soya yediklerinde de alerji olduklarını belirtiyor. Doç. Dr. Şahin, bitki hücresinin içine virüs de nakledildiğini söylüyor. Şahin, açık açık “GDO’lu gıdalar insan sağlığına zararlıdır” demiyor ama bu ürünlerin alerji, romatizmal hastalıklar ve kansere neden olabileceği şüphesini taşıdığını ifade ediyor. Doç. Dr. Şahin, “Domates, patates ve mısır kurduna, zararlısına karşı tarım ilacı kullanılmayıp bu ürünlere zehir geni naklediliyor. Zararlı domatesi ve patatesi yiyemiyor. Çünkü yediği zaman ölüyor. Ama o domatesi biz yiyoruz. Böyle şey olabilir mi?” diye soruyor.
ATO BAŞKANI AYGÜN
Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, sahte içki kullanımı sonucu ortaya çıkan ölümlerin ardından Türk halkının tükettiği gıdaları daha çok sorgulaması gerektiğini dile getirdi. Aygün, “Gıdadaki tehlikeler belki had safhada değil ancak varlığı da inkar edilemez boyutlarda. Türk halkı bu tehlikeleri bilerek, bilinçli bir tüketici gibi davranarak sağlığını ve yaşamını olumsuz etkileyecek zararlı gıdalardan kendisini korumalıdır. Merdiven altında üretilen gıdalara itibar etmemelidir” dedi. Aygün, şöyle devam etti:
Hormon, tarım ilaçları, katkı maddeleri, antibiyotikler sonuç itibariyle toksit maddelerdir. Bu maddeler aşırı, zamansız ve uygunsuz kullanıldığında insan vücudu için tehlikeli hale gelmektedir. Bu maddelerin hepsinin insan vücuduna zararlı olduğunu söylemek yanlıştır. Bütün dünya bunları kullanmaktadır. Önemli olan ne dozda, hangi zamanda, ne şekilde kullanıldığıdır. Burada sorumluluk üreticiye, sanayiciye ve tüccara düşmektedir. Denetim görevi ise Tarım Bakanlığı’nındır. Gıda maddeleri gözle ya da sözle değil, bilimsel yöntemlerle denetlenmeli ve bu denetim sonuçları da halka açıklanmalıdır. Halkımız yediği ürünlerin şüphesiyle yaşayamaz. Bu halkı güvensiz kılar. Ruhen ve bedenen halkımızın doyması için denetim mekanizmalarının tam olarak çalışması gerekir. Türkiye gıda laboratuvarları konusunda eksiklik duymaktadır. Bu laboratuvarları yurt sathına yaymak zorundayız.”
İBRAHİM YETKİN
Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de şunları söyledi:
Geçtiğimiz yıllarda, yaşanan bazı talihsiz olayların ardından, özellikle yoğun kimyasal gübre ve ilaç kullanılan meyve, sebze sektöründe ihraç mallarına yönelik önlemler sıklaştırılmış ve analiz laboratuvarları devreye sokulmuştur. Ne var ki, iç piyasaya sürülen gıda maddeleri açısından aynı önlemlerin uygulandığını söylemek zordur.
Üretim aşamasında denetim sözkonusu olduğunda, en önemli konulardan biri ilaç konusunun reçeteye bağlanmasıdır. Bu sağlanmadığı sürece, çiftçinin gelişigüzel ilaç kullanımı ve buna bağlı olarak gündeme gelen sorunların çözülmesi çok güç olacaktır. Üretim sonrası denetim aşamasında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın tek yetkili olarak belirlenmesi bu açıdan olumlu bir gelişmedir. Ancak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın üzerine düşen görevleri yerine getirebilmesi için kaynak, teknoloji ve personel olarak desteklenmesi gerekmektedir.”