Salatanıza doğradığınız domatesin, domates dışında genlere de sahip olabileceğini hiç düşündünüz mü? Örneğin balık genine... Sadece domates yediğinizi düşünürken, aslında balık geni aktarılmış, gen mühendisleri tarafından yaratılmış, yepyeni bir ürün tüketiyor olabilirsiniz.
Balık ve domates genleri arasındaki ilgiyi kuramadıysanız eğer, GDO yani genetiği değiştirilmiş organizmaların ne anlama geldiğini de bilmiyorsunuz demektir. Oysa GDO lu ürünler market raflarında ve mutfaklarımızdaki yerini çoktan almış durumda. Bugün dünyanın hemen her yerinde, GDO lara yönelik ciddi tartışmalar sürüyor. Yeşil devrim olarak da adlandırılan bu süreci savunan ABD gibi ülkeler, GDO ların dünya açlığını önlemenin tek yolu olduğunu savunuyor.
GDO lu ürünleri "frankeştayn gıda" olarak tanımlayan GDO ya karşıtları ise doğal yaşamın çok uluslu şirketlerce patent altına alınarak, güney ülkelerinin ve tarım nüfusunun sömürüye açık hale getirildiğini belirtiyorlar.
Yasal prosedür yaşanan gelişmeleri aynı hızda takip edemese de, ülkemizde de genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların ekimi, satışı ve ithali konuları, GDO lu tohum ithal eden ve üretme talebinde bulunan şirketlerin, tarım bakanlığının, GDO ya hayır diyen sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin gündeminde.
GDO lu tarımın yüzde 99 u ABD de Genetik teknolojisi her geçen gün hızla ilerlemeye devam ediyor.
İnsan kopyalamanın bile mümkün olabileceğini bildiğimiz bir dönemde, canlı organizmalara, kendi doğasında bulunmayan başka bir karakter kazandırma yoluyla, farklı bir organizma elde etmek, pek çok insan tarafından normal karşılanabiliyor.
Biyoteknolojik yöntemlerle, kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara genel olarak GDO ya da "transgenik ürünler" adı veriliyor.
Transgenik bitkilerin tarla denemelerine ilk olarak 1985 yılında başlanmış olsa da, üretime geçilmesi 1996 yı bulmuş. Halen yapılmakta olan GDO lu tarımın yüzde 99 u ABD, Kanada, Arjantin ve Çin de gerçekleşiyor. GDO lu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve bazı balık türleri geliyor. Şu ana kadar, dünyada ekili alanların 67 milyon hektardan fazlasında GDO lu tarım yapılmış.
GDO açlığa çözüm mü? ABD başta olmak üzere, GDO lu tarımın yaygınlaşmasını destekleyen ülkeler ve GDO lu tohum üretimi yapan uluslararası şirketler, transgenik tarımın dünyanın hızla artan nüfusunun açlık problemine çözüm olacağı gerekçesiyle savunuyor.
Yeşil devrim olarak da adlandırılan bu süreci savunan ABD Başkanı George W. Bush "Dünyanın çok büyük bir kısmı açtır. Genetik olarak değiştirilmiş bitkiler; yüksek verimli, hastalıklara dayanıklı üretimi doğururlar. Dolayısıyla dünyanın açlığını önlemenin tek yolu, genetik olarak değiştirilmiş organizmaların üretimini gerçekleştirmektir" sözleriyle, geleneksel tarımın olumsuzluklarına karşı, genetik tarımı destekliyor.
GDO lu tohum üreten şirketlerse, genetik yapısıyla oynanarak oluşturulan yeni tohumların, her türlü böcek ve ot ilacına karşı dirençli hale getirildiğini, bu şekilde tarımda verimlilik artışı sağlanacağını söylüyorlar.
Çoğu çevrebilimci ise, üçüncü dünya ülkelerindeki açlık sorunun, üretim potansiyelindeki eksikliklerden değil, üretimin dağıtımının adil olmayışından kaynaklandığını vurguluyor. GDO ya karşı dünya çapında örgütlenen sivil toplum kuruluşları da, GDO nun açlığa çözüm olmadığı, aksine doğal yaşamın çok uluslu şirketlerce patent altına alınarak, güney ülkelerinin ve tarım nüfusunun sömürüye açık hale getirildiğini savunuyor.
Frankeştayn gıdaların sağlığa zararı var mı? Farklı gen türlerinin karıştırılması yoluyla elde edilen yeni organizmalar, GDO karşıtlarınca, "frankeştayn gıda" olarak tanımlanıyor.
GDO lar konusundaki en yoğun tartışmalardan biri de, genetik teknolojiyle üretilen gıdaların, insan sağlığı üzerindeki etkileri. Üretici firmalar bu konuda çok net konuşmasalar da, GDO karşıtları, GDO nun insan sağlığını tehdit ettiğine dair üç temel tez ortaya koyuyor:
Bunların başında, GDO lu gıdaların, antibiyotiğe karşı önceden dirençli olarak geliştirilmiş olması geliyor. Gen teknolojisi sürecinde, her hangi bir canlı organizmanın içine, bir başka canlının gen yapısına yerleştirilme sürecinde, o genin korunması için antibiyotik kullanılıyor. Dolayısıyla, zincirdeki son halka olan insan, bunu yediği zaman ister istemez antibiyotik almış oluyor. Böylece, sonradan bir hastalıkla karşılaşan bünye, antibiyotiğe karşı bağışıklık kazanmış oluyor.
Farklı organizmaların genlerinin birbirine eklendiği süreçte, alerjik etkiler de ortaya çıkabiliyor. Örneğin, fındığa karşı bir alerjisi olan bir metabolizma, farkında olmadan fındık geni aktarılmış patates yediği bir durumda, bünye alerjik reaksiyon gösteriyor.
GDO lu ürünlerin hemen hemen yüzde 70ine yakını, kuraklığa ve böceğe dayanıklılık sağlanması amacıyla, böcek ilacı içerdiğini belirten GDO karşıtları, böcek zehri aktarılmış bir mısırı yiyen bünyede toksik etkiler ortaya çıkabileceğini söylüyor. GDO savunucuları, GDO nun insan sağılığına yaptığı olumsuz etkileri kabul etmiyorlar ancak, kesinlikle zararsızdır gibi net bir ifade kullanmaktan da kaçınıyorlar.